ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

ÇANAKKALE SAVAŞI

Bunun üzerine 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında düşman kara kuvvetleri Gelibolu Yarımdasına çıkarılmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir. Asıl kuvvetler Gelibolu Yarımadasının güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzac (Avustralya ve Yeni Zelanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine
18 Mart Çanakkale Zaferi
çıkacak ve iki ingiliz ve bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma olacağı izlenimi vermek üzere Saroz körfezine doğru seyredecektir. Fakat, kahraman TÜRK askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca döğüşmesi TÜRK komutanlarının ve bilhassa Mustafa KEMAL'in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır.
Çanakkale Savaşı
Çanakkale'de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa Kemal, Ordu komutanı Alman General liman Von Sandres'ten

bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesini ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş. Alman General "Çok gelmez mi?" diye sorduğunda Mustafa Kemal, "Az gelir" diye cevap vermiştir. Ertesi gün emir gelmiş ve bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal'e verilmiştir. Bir cephe komutanlığının çok gelip gelmeyeceğini yarbay Mustafa Kemal'e soran ve "az gelir" cevabını alan Alman General karşısındaki Türk'ün "ATATÜRK" olduğunu yıllar sonra öğrenecektir.
Çanakkale savaşları'nın temel ağırlık noktasını, Mustafa Kemal oluşturmuştur. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları başlamadan kısa bir süre önce 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da yeni kurulacak olan 18'uncu Tümen Komutanlığına atanmıştır. Derhal göreve başlayan Mustafa Kemal, o tümeni kısa bir zaman içinde savaşa hazır. Seçkin bir tümen haline getirmiştir. Fakat kısa bir zaman sonra Mustafa Kemal bu bölgeden alınarak, tümeni ile birlikte Bigalı köyüne çekilmiştir. Mustafa Kemal, düşmanın Gelibolu

çıkarmasına kadar, yani 25 Nisan 1915'e kadar orada yedek kuvvet olarak kalmış, fakat Arıburnu taarruzu başlar başlamaz, kendi insiyatifi ve teşebbüsü ile emir beklemeden, Arıburnu'na yetişerek taarruza geçmiştir. Düşmanı Koca çimentepe'de durdurarak, yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı bütün taarruzları ve şiddetli hücumları erimeye mahkum etmiş ve Türk'ün yiğit mehmetçiği Çanakkale'de sanki etten ve kemikten bir kale yaratmıştır.
Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay, 25 Nisan 1915’te 29. İngiliz Tümen Komutanı General Hunter Weston’un, asıl çıkarma yeri olarak Ertuğrul Koyu’nu ve Tekke Koyu’nu seçtiğini ve İngilizler’in bu çıkarmayı tarihteki Truva Atı efsanesinden esinlenerek
\
planladıklarını belirtti. Truva Atı Efsanesini anımsatan Atabay, Truvalı’ları yenemeyeceklerini anlayan Akhalı’ların, dostluğun bir nişanesi olarak hediye etmek üzere bir tahta at yaptıklarını, bu atın içine gizledikleri askerlerini kalenin içine sokarak hile ile savaşı kazanmayı başardıklarını hatırlattı. Yüzyıllar sonra Çanakkale Savaşı’nda tekrarlanacak benzer hileyi de anlatan Atabay,
\
İngilizlerin, 25 Nisan 1915 günü ticari kömür gemisi River Clyde’ı Truva Atı gibi kullandığını belirterek, “Ertuğrul Koyu çıkartması sırasında ticari kömür gemisi River Clyde sanki iskeleye yanaşmış ve kömür getirmiş bir şilep izlenimi taşıyordu. Ancak tıpkı Truva Atı’nda olduğu gibi River Cylde’tan da askerler çıktı. Amaçları bölgeyi fethetmekti. Üstelik gemide 2 bin 800 asker vardı. İlk anda bölgedeki Türk askerlerinden 20 kat daha fazlaydı. Amaçları hızla bu askerleri karaya çıkarıp Gelibolu Yarımadası’nın en önemli bölgesini işgal etmekti” dedi.
\
“River Clyde gemisinde bulunan 3 tabur asker bir anda Ertuğrul Koyu’ndan karaya çıkarılacak, Harapkale Tepesi-Gözcübaba Tepesi arasından ilerleyerek buradaki zayıf Türk direnişini kolayca etkisiz hale getirerek Seddülbahir savunmasını daha ilk anda
\
etkisizleştireceklerdi. Saat 06.30’da bir taraftan filikalarla askerler sevk edilirken, diğer taraftan ticari River Clyde kömür gemisiyle de kıyıya asker çıkarmak için harekete geçildi. Bu kıyı Türk askerleri tarafından iyi tutulmuştu. Kıyıda bulunan Mehmetçik, yaklaşan İngilizleri şiddetli bir ateşle karşıladı. Filikalardaki erlerin birçoğu öldü. Özel tertibatlı olan ve 7 bölük taşıyan River Clyde kömür gemisi, Seddülbahir Kalesi altına yaklaşarak burna

yakın sularda kumsala oturdu. Bu sırada gün ışıyordu. River Clyde gemisi içerisinde İngilizlerin en iyi askerleri vardı. İngiliz General Başkomutan Ian Hamilton, River Clyde gemisinden karaya çıkan askerleri izliyordu. Hamilton hatıralarında bu anı, (Orada en iyi askerlerimizin Türklere üstün gelişini seyrediyoruz. Bir süre
sonra, gerçek bizi şaşırttı. Gönüllüler birliği baskına uğramıştı.

Dürbünlerimizle tüfek mermilerinin fırtınalı bir yağmur gibi River Clyde’ı hedef aldığını ve kıyı boyunca mevzilenmiş Türklerin, gemiye yaylım ateş açtıklarını gördük. Aynı zamanda cesur erlerden bir kısmı, bir işkence denizi durumunu alan sulara, boyunlarına kadar gömülü, karaya ulaşmaya çalışıyorlar. Bu erler, River Clyde’ın iskele baş omuzluğuna yanaştırılmış bir dubadan denize atlıyor ve cehennemi andıran alanı kaderlerince bazen

aşabiliyorlardı. Kıyıda bir metre su derinliğinde olan River Clyde erlerinin faciasına seyirci kalınamazdı. Herkes aynı karara vardı. Queen Elizabeth 6 inçlik toplarıyla ağır bir bombardımana başladı. Kumsalı yarım daire olarak çevreleyen köy ve yüksekteki düzlük toza dumana karıştı) şeklinde anlatıyor. Bu sahili 26. Alayın 3. Taburuna bağlı 10. Bölük savunuyordu. 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Sabri Bey, bu bölüğü 2 takım ile takviye etti. Ertuğrul
Koyu savunmasında, 26. Alay 3. Tabur 10. Bölük’te görev yapan ve 80 arkadaşıyla tarihe geçen Ezineli Yahya Çav

ş bulunuyordu. Onlar hem 2 bin 800 kişilik İngiliz birliğine, hem de İngiliz donanmasının topçu atışlarına direnerek tarihe geçtiler. Bu direniş aynı zamanda Seddülbahir bölgesindeki diğer çıkartmaları olumsuz olarak etkiledi. Tarihteki Truva Atı Efsanesi’nden esinlenerek planlanan İngiliz hilesi de başarısız oldu.”
Bolu Dağı eteğinde bulunan Elmalık Köyü'nde yaşayan Seyran Bayseç, babasının 1982'de, Niyazi Yıldırım'ın ise 1994'te köyde hayatlarını kaybettiğini söyleyerek, fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:"Babamın o dönemde 4 yıl süren askerliği yapmak üzere gitmesinden yaklaşık 1 yıl önce yani 1930 yılında İstanbul- Ankara tren hattını döşemek için bizim köye Alman bir ekip gelmiş.

Köyde 2-3 ay kalmışlar. Ancak Bolu Dağı'nı geçemeceyeceklerini anlayınca vazgeçmişler. Köyden giderken de `Bizimle çalışmak ister misiniz?' diyerek 12 kişiyi yanlarında götürmüşler. Onların içinde babam ve fotoğrafta yanında bulunan Niyazi Yıldırım da varmış. Çiğli Havaalanı'nda çalışmışlar. Ancak, paralarını alamamışlar. 10 kişi köye dönmüş. Babam ve Niyazi amca da 6 ay çalıştıktan sonra paralarını alamayınca köye dönmek için şantiyeden çıkmışlar. O sırada bir Alman pilot fotoğraflarını çekmiş. Babam ve Niyazi amca köyümüze ancak bir ayda gelebilmişler. Babam sağken, bize bu fotoğraftan söz ederdi. `Bir Alman bizim fotoğrafımızı çekti' derdi."
Çanakkale Savaşı'nda babasının 4 yaşında olduğunu kaydeden Seyran Bayseç şöyle devam etti:"Benim babam Çanakkale harbine katılmadı. Parti afişinde babamın fotoğrafını görünce, bu yanlışlığı düzeltmek için çaba harcadım. Bir televizyon programına katılmak istedim. Ancak, programa kabul edilmedim. Bana fotoğrafın bu şekilde kullanılması nedeniyle mahkemeye başvurmamı söylediler. Ben de `Neden mahkemeye başvurayım?' dedim. Ben babamın fotoğrafının bu şekilde kullanılmasından rahatsız değilim. Ancak bunun doğrusunu da ortaya çıkarmak istiyordum. Genelkurmay Başkanlığı'ndan babamın nasıl bir asker olduğunun ortaya çıkarılmasını istedim. Böylece, o fotoğrafın Çanakkale harbinde çekilmediğini kanıtlayacaktım. Çünkü babam İzmir'den geldikten kısa bir süre sonra askere gitti. Askerliği'ni Siirt'te yaptı. Orada `Dersim ayaklanmasının' bastırılmasında görev aldı. Babam, başarılı bir askerdi. Hatta 4 yıl sonra askerden gelince Bolu Alay Komutanlığı'nda başarısından dolayı mükafatlandırılmıştı. Niyazi amca da babamla aynı dönemde yaptı askerliğini. Ama bildiğim kadarıyla o Adapazarı'nda yaptı."Annesi ve babasının birlikte çekilmiş fotoğrafını gösterip, iki fotoğrafı karşılaştıran Seyran Bayseç, "Babam iki fotoğrafta da aynı pozu vermiş. Bu iki fotoğrafa baktığınızda, o fotoğraftaki kişinin babam olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz" dedi.

İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü "Bölücü Terörle Mücadele Büro Amirliği" birkaç senedir eğitim amaçlı yöntemlere ağırlık veriyor. Görevli polisler Çanakkale'ye giderek Doğu ve Güneydoğulu şehitlere ait mezar taşlarının tek tek fotoğraflarını çekerek özel bir albüm hazırladı. Albüm, TEM Büro'ya sorgulanmak üzere getirilen terör örgütü mensuplarına ve onların ailelerine gösteriliyor. Bir emniyet mensubu, çalışmanın amacını şöyle anlatıyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkler, Ermeniler, Araplar, Rumlar ve Kürtler olmak üzere beş asli unsur vardı. Ne yazık ki beşinci unsur Kürtler üzerinde bugün ciddi oyunlar oynanıyor. Bu oyunun dış kaynaklı olduğu unutulmamalı. TEM Şube'de sözün bittiği zaman dilimleri oluyor. O zaman şubeye getirilen terör örgütü mensuplarına yönelik davranışlarımız, göz göze gelmelerimiz önemli oluyor. Bu fotoğraflarla onlara güzellikle şunu anlatmaya çalışıyoruz. Çanakkale'de o gün bizleri bir araya getiren o his ne ise bugün de bu ülkede bizleri bir arada tutan his aynı." Söz konusu mücadele yönteminde terör örgütü mensubundan gelen bir mektubun da etkisi olmuş. Vanlı bir terör örgütü mensubu İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne cezaevinden yazdığı mektubunda, Çanakkale'nin kendisi üzerindeki etkisini anlatmış. Terör örgütü PKK üyesi, mektubunda örgüte katılacağını hisseden babasının sözlerinden hareketle hislerini ifade etmiş.
"Babam bana 'Oğul bir gün bu ülkeye ihanet etmek istersen şehit düşmüş olan Çanakkale'deki dedenin mezarını ziyaret etmeden karar verme. Oraya git orada bulun ondan sonra ne yaparsan yap.' dedi. Ben buna rağmen örgütün dağ kadrosuna katılmak üzere Kandil Dağı'na gittim. Yedi yıla yakın orada eğitim gördüm. Bomba konusunda profesyonel bir eylemci olarak ortaya çıktım. Oradaki eğitimden sonra beni İstanbul'a çeşitli eylemler düzenlemek üzere gönderdiler. Eylem saatini ve bana gelecek olan malzemeleri beklemeye başladım. İlk eylem talimatımı almıştım. Verilen eylem insanın kanını donduracak nitelikte bir eylemdi. Eylemi hemen gerçekleştirme konusunda tereddüt ettim. İçimde yaşadığım çelişki beni Çanakkale'ye gitmeye mecbur etti. Oraya gidip dedemin mezarını bulduğumda ise hüngür hüngür ağladım."
Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Büyük Anafarta Köyü'nde doğan 97 yaşındaki Fatma Hızal, savaş sırasında köylerinin de bölgeye yakın olması sebebiyle büyük sıkıntılar çektiklerini ifade ederek, "Savaşın sonlarına doğru olan bölümü hatırlayabiliyorum. Bir gün 'Atatürk köyünüze gelecek' dediler. Bütün köylüler onu karşılamak için hazırlıklara başladı. Ben de o sıralarda ilkokula gidiyordum. Öğretmenimiz de şiir okumak için beni görevlendirmişti. Birden karşıdan atıyla birlikte köyümüze giriş yaptı. Başında kalpak vardı. Bütün köylüler onu alkışlarla karşıladı. Ben de o sırada öğretmenimizin bana verdiği şiir ezbere Atatürk'e okudum. Şiiri büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk daha sonra muhtarlarla birlikte köy muhtarlığına gitti. Kendisine köyde birkaç hayvan kesilerek ikram verildi. Atatürk karşısında şiir okurken çok heyecanlanmıştım" dedi.
''Çanakkale cephesi açıldıktan sonra, birinci Cihan Harbi'nin diğer cephelerinde oldukça bir yavaşlama, hatta bekleme süreci başlıyor. Çünkü Çanakkale'de İngilizler kazanırsa, ki ümitleri tamamen o. Hemen İstanbul'u elde edip Mayıs ayında Almanlar'a karşı güçlü bir taarruzla Almanlar'ın işini bitirip, harbi en geç Haziran 1915'de tamamlamayı planlıyorlardı. Fakat Türkler'in hem 18 Mart, hem de sonrasında kara muhaberelerinde kahramanca mücadelesi sonucunda bütün devletler Gelibolu'da ne oluyor diye hiç umulmadık derecede sayısı 50'yi aşkın muhabirler grubunu bölgeye gönderiyordu. Wanda hanım da bunlardan biri. Bulgaristan'ın Otro Gazetesi'nin muhabiri Wanda Zembrzuska, 19 Ağustos 1915'te savaşları takip etmek için Osmanlı Genel Karargahı'ndan izin talep etmiş. O zaman henüz 24 yaşında olan Bulgar gazeteci, Romence, Fransızca, Bulgarca ve Almanca biliyor. Cephedeki ilk haberini ise Otro gazetesine 2 Eylül 1915'te ulaştırmış.''
''Bunların ilkinde, İstanbul'dan çıkıp Tekirdağ'a kadar olan yolculuğundan bahsediyor. Bir torpido botuna bindiklerini belirtiyor ve İstanbul'daki Çanakkale harbinin izlerini çok net biçimde aktarıyor. Tekirdağ'da mola verdiklerinde, cepheye yiyecek götüren deniz araçlarının tamamen bakliyat, kavun ve karpuz yüklü olduğunu gördüğü bilgilerine yer vermiş. Bu bilgiler ise bugün bize her yerden Çanakkale'ye büyük bir destek sağlandığını gösteriyor. Karargah izlenimlerini anlatan bir diğer haberinde ise, karargaha yaklaşırken bir uçak bombardımanı ile karşılaştıklarını, ancak ciddi anlamda bir panik yaşamadıklarından bahsediyor. Bir başka haberinde bir yüzbaşı tarafından götürüldükleri Liman Von Sanders ile karşılaşmasında, 64 yaşındaki komutandan 'ne kadar diri duruyor' diye bahsediyor. Ayrıca 5'inci Ordu karargahının toprak üstünde olmadığını, tamamen zeminde olduğu bilgisini veriyor. Mesela bizde böyle bir bilgi yoktu. Onun anısından öğrendik. Alman Paşa Liman Von Sanders ile yaptığı konuşmaya ilişkin notlarında ise Sanders'in kendisine, 'Cephede tek kadın muhabir olarak görev yapmaktan korkmuyor musunuz' diye sorduğundan bahsediyor. Ayrıca etraftaki iki farklı karargahtan bahsediyor. Birisi Alman, diğerinin ise Türk geleneklerine uygun karargahlar olduğunu söylüyor.''
Kastamonulu çiftçiler ve İstanbullu yedek subayların Cardiffli kömür işçileri, İskoç yaylacıları ve Avustralyalı koyun çobanlarını yöneten mağrur İngiliz subayları ile karada karşı karşıya gelmelerinden önce müttefiklerin Çanakkale’yi denizden geçme umutlarının tükenmesi gerekiyordu. Bu olay 18 Mart günü meydana geldi. Türk topçusunun engelleme ateşi nedeniyle İngiliz mayın tarama filosunun faaliyet gösterememesi ve Nusrat mayın gemisinin son gece döktüğü ek mayınlar, müttefik gemi kayıplarının kabul edilemez seviyeye çıkmasına neden olmuştu. Nusrat’ın komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey iki gün önce kalp krizi geçirmesine rağmen göreve çıkmış ve mayınları döktükten sonra dönerken ölmüştü. Çanakkale’de savaşanlar için iki yıl önceki Balkan felaketinin acısı henüz çok tazeydi. Bu durum, müttefiklerin Çanakkale’yi geçmeleri halinde meydana gelecek daha büyük felaketleri önlemek için onları büyük fedakârlıklara hazır hale getirmişti.
Neticede İngiliz donanmasının iradesi kırılmış oldu. Churchill bu olayı şöyle değerlendirmişti: “Milletlerin servetleri akıp giderken ve milyonlarca insan cephelerde ölürken, denizlerde dört–beş bin savaş gemisi dolaşırken, Nusrat gemisinin gizlice döktüğü bu yirmi demir kap harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından bütün diğer gayretlerden daha kesin sonuçlu oldu.” İngilizler 18 Mart’tan sonra pes edip çekilmediler. Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirip planlarını sürdürme ısrarı içerisindeydiler. Bunun için İngiltere’den getirdikleri tümenleri Mısır’da toplanmakta olan Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri ile takviye edip 15 tümenlik bir güç yığdılar. Bunların hepsi Türk tümenlerinden daha çok askere sahipti ve daha iyi donatılmıştı. Ayrıca iki Fransız tümeni, İngiliz ve Fransız denizaşırı imparatorluklarından gelen Hintli ve Senegalliler ve hatta bir Yahudi mekkare (katır) taburu müttefik ordusunu tamamlıyor, Türk ordusunu destekleyen birkaç yüz Alman subay ve teknisyen ise bu muharebeleri adeta I. Dünya Savaşı’nın mikrokozmosu haline getiriyordu.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır..." Ulu Önder Atatürk’ün böyle seslendiği yabancı askerlerin 90 yıl önceki ifadeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayınlanan "Destan ve Abide: Çanakkale" adlı eserinde yayınlandı. Bugüne kadar yayınlanmamış belge ve fotoğrafların da yer aldığı eser, Çanakkale destanında mertliği, cesareti ve centilmenliği gözler önüne seriyor Eserin "Belgelerle Esir İfadeleri" adlı bölümü ise ilgi çekici öğeler taşıyor. Çanakkale Savaşı’nının bazı esirlerinin ifadeleri şöyle: